Davranış Kalıplarının Temelleri
- Akademi
- 24 Eyl 2024
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 Şub
Bugün, kan pompalamakta olan yüreğimizin kalp dediğimiz kuvvetini ele geçiren, onun ritmini değiştirmesine izin verdiğimiz her şeyden ve sonucunda değişip dönüştüğümüz, değerlerimizi, kararlarımızı yeniden gözden geçirip yeni rotalar belirlediğimiz süreçleri nasıl oluşturduğumuz üzerine yazmak istedim. Geçmişten bu günlerimize ve geleceğimize yatırımlar yaparken oluşturduğumuz doğru ve yanlışları, iyi ve kötü olanları gözden geçirmek ve belki bazılarını değiştirmek için elimizde olan malzemeleri nasıl kullanabileceğimizi hatırlamak işimize yarayabilir.
Biliyoruz ki göğsümüzün sol tarafında bulunan et parçası tüm bedenimizin hakimi. O durursa bedenin faaliyetleri de son buluyor. Yürek dediğimiz bu organın tıpkı ampulde bulunan elektrik cereyanı gibi olan kuvvetine kalp ya da gönül diyoruz. Bedenimize hakim olan kuvvet yürek olduğu gibi ruhumuzun kuvveti de kalbimizde olanlarla bizi hayatta tutuyor ya da bizi yaşayan ölülere çeviriyor.
Kalbimizde büyütüp yeşerttiğimiz her şeyle huylarımız oluşuyor. Davranışlarımız, hallerimiz hep bu kalbimizdeki arzularımızdan meydana geliyor. Sözlerimiz, hareketlerimiz hatta gayri ihtiyari hare,
,ketlerimiz bile kalbimizin bir eseri. Anlıyoruz ki içinde bulunduğumuz toplumun iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış olarak adlandırdığı değer yargıları ; bizi şekillendiren, huylarımızı ve ahlakımızı oluşturan, kendimizle ve tüm sosyal yaşamımızla ilişkilerimizi belirleyen bu yaşam formunu oluşturmuş. “ Her toplum ihtiyaç duyduğu insanı üretir. Bize verilen görev alanı içinde kaldığımız ölçüde bizi ödüllendirir. Eğer görev alanının dışına çıkarsak toplumun neredeyse sınırsız sayıda kontrol ve zorlama aygıtları ile karşılaşırız. ” [Peter L. Berger ] Ve bizler büyüyüp kocaman insanlar olurken tüm bunların üzerine bir şeyler inşa etmişiz.
İyileştirilebilen, tedavisi mümkün olan her fizyolojik hastalık gibi toplumların da, insanların da hallerinin değişmesi, dönüşmesi, iyileşmesi mümkün. Toplumlarda oluşan değişme, yozlaşma ve her türlü oluşum elbette bireysel olarak bizlerin de moral (ahlak) değerlerinde değişime sebep oluyor.
Burada huylarımız sonucu oluşan ahlak kavramına değinmeden geçmek olmaz.
Ahlak kavramının menşei için insan ruhunda bulunan üç kuvvetten bahsedilir bunlar idrak, cesaret ve şehvettir. Bu tanımlarda kendi içinde üç kısıma ayrılmaktadır. İdrak yani akıl dediğimiz kuvvet lüzumundan fazla olursa ukalalık, az olursa ahmaklıktır. Bize tavsiye edilen orta karar yani hikmet sahibi olabilmektir. Hikmet, iyi ve kötüyü birbirinden ayıran kuvvettir. Kararlarımızı bu kuvvetle şekillendirebilmek, ahlaki normlarımızı ve davranışlarımızı olumlu yönde etkiler ki buna da adalet denir. Hikmet sahibi insan olmak eylemlerimizde bizi adaletli yapan kuvvettir. Biz bunun neresindeyiz ?
Ruhumuzun bir diğer kuvveti gadap (öfke) olarak tanımlanır. Hayvani ruhun, ilkel olan kuvvetidir. Beğenmediğimiz, istemediğimiz şeyler karşısında harekete geçer. Bunun az olması korkaklıktır ve yapılması gereken şeyleri erteleme, yapmaktan çekinme halidir. Fazla olması saldırganlıktır, çabuk sinirlenir, kendimizi kontrol etmekte zorlanır, başımızı derde sokarız. Tavsiye edilen, olması gereken cesaret kuvvetidir. Faydalı ve iyiliğe hizmet etmekte cesur olma, zalimin zulmüne sessiz kalmama halidir. Buradaki dengeyi bilen ve kontrolü sağlayan kuvvetin hikmet olması gerekmektedir. Biz bu kontrolü sağlayabiliyor muyuz ?
Ruhumuzun bir diğer kuvveti Şehvettir. Bu da hayvani ruhun tatlı gelen şeyleri isteme kuvveti olarak tanımlanır. Bunun fazlası, istediği her şeyi doğru ya da yanlış yoldan olması farketmeksizin elde etme hırsıdır. Başkalarının zararına da olsa beğendiği, istediği şeyleri gözü kapalı elde etme telaşıdır. Şehvetin az olması uyuşukluk olarak tanımlanır. Korkudan, hayadan, kibirden dolayı ihtiyacı olan şeylere ulaşmakta gevşek davranma halidir. Şehvet kuvvetinin tavsiye edilen orta derecesi iffet olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan tabiatına uygun olan şeyleri, insanlığa uygun şekilde yapma halidir. Hırslı mıyız, uyuşuk muyuz, dengede miyiz ?
Bu bilgilerden hareketle bir çıkarım yapmak istersek elimizde şöyle süzülmüş bir bilgi kalıyor : İnsan, ruhun üç kuvvetinden hikmete sahip olursa diğer ikisine yani gadap ve şehvete hakim olur, iffet ve cesarete sahip olur. Eğer aklın iki ucundaki kuvvete meyl ederse yani ukalalık ve ahmaklık olarak tanımlanan tarafta kalırsa kötü huyların, davranışların olması ve insanı ele geçirmesi normal olarak görülüyor. Aklı kötüye kullanmak, insan ruhuna aykırı bir tutum olduğu için kişinin huzursuz, mutsuz, kendiyle çelişen davranışlarda bulunması da kaçınılmaz bir hal alıyor.
Her dönemde, her toplumda ve hatta yakın çevremizde böyle insanları gözlemlemek mümkün. Maruz kaldığımız birçok olumsuz durumun sebebi de bu ruhsal dengesizlik halinde olan kişilerin bize karşı davranışları ve neticesinde bizim durduğumuz nokta. Zaman zaman kendi ruhumuzla, kendi davranışlarımızla, kendi dönüşümlerimizle yeniden ve yeniden rota belirleyerek kendimize yeni oluşumlar arıyoruz.
Peki biz işin neresindeyiz ?
Ukalalık, Ahmaklık, Öfke, Korkaklık, Hırs, Uyuşukluk tanımlarından hangisi bize daha yakın ?
Hangi durumlarda bu kuvvetlerle yüzleşiyoruz ?
Hangi kuvvetin bizi ele geçirdiğini düşünüyoruz ?
Buna sebep olan nedir ?
Ne yapmamız gerekiyor ?

Tüm bu soruların cevapları yine kendi içinde mevcut fakat nasıl değiştireceğimiz elbette eğitime tabi çünkü insan her türlü duyguyu ve davranışı içinde barındıran ve bunu kontrol edebildiği nispette insan kalabilen bir canlı. Eğitim ve öğretim bu noktada bizleri gayretli ve paylaşıma elverişli yapabilecek yegane süreçlerden biri.
Bizi uçlara iten sebepleri araştırmak ve ruhumuzu teskin etmek süreçleri ruhsal tedaviyi tanımlıyor. Ahlaki normlarımızı yeniden gözden geçirmek, hayatımıza dahil ettiğimizi kişileri gözlemlemek, kimlerin bizi uçlara götürdüğünü tespit etmek, süreçleri iyileştirmenin ilk adımı olabilir.
Değiştirebileceğimiz ya da kabullenmek durumunda olduğumuz her an’ımız bizi ruhumuzun derinliklerinde bekleyen bir karar sürecine yolculuk yapmaya itiyor.
Artık uyuşuk davranmanın zamanı da geçmiş olmalı.
Cesaretimiz bizi cesur olmaya teşvik ediyor.
Kübra Tıbıkoğlu Bahadır
Comments